Ihlamur ağacının çocuğu

11 yaşındayım...
Mevsim yaz başı...
Günler ve geceler ışıltılar içinde...
Doğa yeşil, doğa mavi... Doğuşun ve var oluşun baş döndürücü renklerini kuşanmış
doğa...
Güneş, bütün görkemiyle, tam tepemizde, bir hayal çarkıfeleği olmuş... İlkokul resimlerimiz- deki gibi gülümsüyor sanki... Mutlu olduğunu hissediyorum güneşin... Hem de çok mutlu... Sevinçler ve umutlar serpiştiriyor çünkü yeryüzüne...
Bense, her zamanki gibi, o mutlu hayal çarkıfeleğinin ışıltılarına kapılmış, gözlerimi kamaştıran hayaller skalasının içinden geçiyorum yine...
Uzaklara, çok uzaklara bakıyorum... O yaşlarımdan beri hep uzaklara bakıyorum ve baktıkça, en uzakları bile yakın ediyorum ruhuma...
O gün rüzgâr o kadar güzel dokunuyor ki saçlarıma...
Saçlarım belimde... Babam övünerek söylerdi,“Kızımın saçları beline kadar!” diye... Annem de severdi saçlarımı.Tek şikâyeti “Aman kirlenmesinler!” olurdu. Bu yüzden de hep
örüp toplamak isterdi.
Babamsa dağınık görmek isterdi saçlarımı. İşte o gün, saçlarım babam için dağınıktı... Rüzgâr estikçe belimde, sırtımda uçuşuyor, yüzüme düşüyordu saçlarım...
Kulağımda kuş cıvıltıları ve yaprak çıtırtıları vardı...
Başımı kaldırdığımda, yemyeşildi gökyüzü... Gökyüzünün maviliğini tatlı bir şımarıklıkla çalan
ıhlamur ağacının altında oturuyordum çünkü.
O yeşil gökyüzü, o delice coşkulu ıhlamur ağacı armağan etmişti bana rüzgârı ve serinliği. Hem de tam öğle vakti. En tepedeyken hayal çarkıfeleği...
Belki de onlarca kez yaşadığım bu sahneyi sanki tek bir kez yaşamışım gibi hatırlarım hep.
Babam anneme “Ben ağaca çıkıyorum...Torbalardan çokça getir... Bu yıl Halil İbrahim bereketi var bu ağaçta!” diye sesleniyor.
Her yıl, evet her yıl uğrardı Halil İbrahim bahçelerimize, ağaçlarımıza ve sofralarımıza...
Babam ıhlamur ağacına her çıktığında içim ürperir, diğer taraftan da babamın çocukluğuyla tanışıp keyiflenirdim.
“Elvan çiçekleri takma başına,” diyerek türkü söylemeye başlardı. Ardından da anneme aşk şiirleri okurdu ağacın en tepesinden... Onlar bir başka severlerdi birbirlerini...
Buna en çocuk halimle tanık olmak bambaşkaydı...
Torbalar ıhlamur yaprakları ve çiçekleriyle dolup taşardı...
O kocaman torbalar, o kadar ağır görünmelerine karşın, inanılmaz bir hafiflikte olurdu... “En güçlü benim!” dercesine dörder beşer taşırdım ıhlamur torbalarını...
Mutfağa götürdüğüm her torbayla birlikte bütün evin kokusu baştan aşağı değişiverirdi.
Ihlamur kokardı her yer... Ihlamur kokardı saçlarım... Ihlamur kokardı çocukluğum...
İşte bu yüzdendir ki, ne zaman bir ıhlamur içsem, fincandan taşıp bütün ruhumu kaplayan o keskin hayal kokusu, bana çocukluğumu geri verip kendimi güvende hissettirir.Ihlamur ağacının çocukları olduğumuzu düşünürüm.
İçtikçe ruhum da iyileşir, bedenim de.
Her yudumunda benim için sevgi vardır, çocukluğum vardır, babamın çocukluğu vardır, annemin iyileştiren bakışları vardır...
Doğadan besleniyor aslında bütün anılar. Çünkü bizler doğanın çocuklarıyız...